Bir çocuğun suça bulaşmasını konuşurken çoğu zaman ilk refleksimiz onu yargılamak oluyor. Oysa sormamız gereken asıl soru şu: O çocuk suçu neden seçti, yoksa suça mı itildi?
Türkiye’de binlerce çocuk, doğduğu evin yoksulluğunu bir kader gibi sırtında taşıyor. Açlıkla, işsizlikle, umutsuzlukla büyüyen bu çocuklar için hayat, çoğu zaman adil bir başlangıç sunmuyor. Okula aç giden, defter yerine sorumluluk taşıyan, oyun çağında çalışmak zorunda kalan çocuklardan bahsediyoruz.
Fakir ailelerin çocukları, suça en yakın duran çocuklar haline geliyor. Çünkü suç, onlara kısa yoldan para, aidiyet ve güç hissi sunuyor. Mahalle köşelerinde, okul bahçelerinde, sokak aralarında pusuda bekleyen uyuşturucu tacirleri bu gerçeği çok iyi biliyor. Devletin, toplumun ve sistemin görmediği çocukları onlar görüyor.
Bu çocuklar çoğu zaman “suç makinesi” olarak etiketleniyor. Oysa kimse o çocuğun sabaha kadar aç yattığını, evde elektriğin kesik olduğunu, babanın işsiz, annenin çaresiz olduğunu konuşmuyor. Kimse, “Bu çocuk nasıl kurtarılır?” diye sormuyor. Sormadığımız her soru, yeni bir çocuğun karanlığa itilmesine neden oluyor.
Daha acısı, bu çocuklar suça sürüklendiğinde ilk kapılarını çalan şey adalet değil, ceza oluyor. Islah edilmesi gereken çocuklar, cezalandırılarak hayattan koparılıyor. Oysa çocuk cezaevleri çözüm değil, daha büyük sorunların başlangıcıdır.
Devletin sosyal politikaları kâğıt üzerinde kalmamalı. Yoksul mahallelerde spor alanları, sanat merkezleri, rehber öğretmenler, psikolojik destek bir lüks değil, zorunluluktur. Bir çocuğu hapishaneden kurtarmanın yolu, onu okulda, sahada, sanatta ve hayatta tutmaktan geçer.
Toplum olarak da suçun sadece failini değil, sebebini konuşmak zorundayız. Çünkü bugün suça itilen o çocuk, yarının kayıp nesli değil; doğru el uzatılırsa yarının doktoru, öğretmeni, gazetecisi olabilir.
Unutmayalım:
Bir çocuğun suça bulaşması onun suçu değildir.
Asıl suç, onu oraya iten düzende ve sessiz kalanlardadır.
Kent ve Gündem Gündeme Dair Haberler Bu Sitede